Pazartesiyi Niye Sevmiyoruz?

Pazar gününü ertesi gün işe gideceğinizi düşünerek stresli geçiriyorsanız, bu yüzden hafta sonunun bile tadı kaçmaya başladıysa uzmanlara göre “pazartesi sendromu” yaşıyorsunuz. 
Araştırmalar; en profesyonel, en başarılı, en çok kazanan insanlar dahi bu sendromu yaşıyor, pazartesi işe gitmekte zorlanıyor ve garip bir stres türü ile boğuşuyor diyor... Kimilerine göre pazartesi sendromumuzun nedeni çocukluk yıllarına, okula gitmek istememize dayanıyor.
Pazarları seremoniye dönüşen banyo yapma ve okula hazırlanma süreci, çocukluk hatıralarınızdan bugüne bu stresi taşıyabiliyor. Kimileri ise çalışan kesimin sorunu olarak kabul ettiği pazartesi sendromunu, patron olmadıkça kurtulmak mümkün olmayan bir sorun olarak değerlendiriyor.

Muhteşem Kapadokya

Öykü milyonlarca yıl önce Erciyes ve Hasan dağlarının patlamasıyla başlıyor. Bölgeye yayılan tüf ve bazalt katmanları rüzgârın, sıcak ve soğuk havanın etkisiyle şekillenince, kilometrelerce alana yayılan peribacaları doğar.
Ardından insanoğlu çıkagelir ve istilalar, ayaklanmalar, göçlerle örülü tarihini Kapadokya'nın geçmişine ekler. Peribacaları, baskı ve şiddetten kaçan ilk Hıristiyanların yerleştikleri ya da misyonerlik çalışmalarını yürüttükleri evler olarak kullanılır; kiliselerini de kayalara, peribacalarının içlerine oyarlar. Hz. İsa'nın doğumundan ölümüne yaşamını anlatan freskler süsler bu kiliselerin duvar ve tavanlarını. En güzelleri Göreme Vadisi'nde olmak üzere Soğanlı'da, Ihlara Vadisi'nde yüzlerce kilise var.
Paleolitik dönemden beri yerleşim yeri olan Kapadokya’da mimari ile coğrafya binlerce yıldır el ele vermiş durumda.
Pers dilinde “güzel atlar ülkesi” anlamına gelen Kapadokya, İpek Yolu’nun da önemli kavşaklarından biri.
Kapadokya'ya defalarca gitmiş olabilirsiniz. Bu sefer sadece balonla uçmak için gidin. Bu benzersiz coğrafyada insanlığın ve evrenin geçmişine doğru yol alın, Anadolu'nun en güzel atlarının vadiler boyunca koştuğunu unutmayın.

Saatin Akrep Ve Yelkovanı Niçin Sağa Doğru Dönüyor?

İlk olarak eski Mısırlılar, güneşin her gün düzenli bir hareketle doğup, belirli zamanlarda gökyüzünün aynı noktalarında bulunup, battığını gözlemlediler ve bunun bir günü zaman parçalarına ayı
rmada kullanılabileceğini keşfettiler.
Böylece güneşin bu hareketinden yararlanarak ilk güneş saatini yaptılar. Bu saat, meydanlık bir yere yüksek bir taş koymak ve güneşin hareketi sırasında, bu taşın gölgesini takip etmekten ibaretti.
Mısır, konumu itibari ile kuzey yarım kürede fakat ekvatora da yakın bir ülke olduğundan, güneş doğduğunda, gölge hemen tam batıda oluşuyor, güneş yükseldikçe gölge kuzeye, yani sağa doğru hareket ederek, güneş batışında doğu yönüne ulaşıyordu. Yani gölge bugünkü tüm saatlerin akrep ve yelkovanında olduğu gibi soldan sağa doğru dönüyordu.
Daha sonraları, pendulumlu, pilli saatlerde de yön değişmedi, hatta sağa doğru dönüşler 'saat yönüne dönüş' diye adlandırılır oldu.
Avustralya gibi ekvatorun güneyindeki ülkelerde, güneş doğarken taşın gölgesi güneye düşer ve güneş yükseldikçe sola doğru dönüş yapar. İlk saat orada keşfedilseydi, bugün akrep ve yelkovan ters yönde dönüyor olabilirdi.

Taşın mucizesi : MARDİN

8 yüzyıl önce Artuklular zamanında bugünkü şeklini almaya başladığı söylenen Mardin, Kudüs ve Venedik’le birlikte dünyanın 3 açık kent müzesinden biri. Eh, dünyanın kaç şehrinde Sümerler’den Urartular’a, Roma’dan Bi
zans’a, Selçuklular’dan Osmanlı’ya onlarca uygarlık iz bırakmış, birbirinden farklı pek çok dil ve din hoşgörü içinde bir arada yaşamıştır ki?
Tarih boyunca kavimlerin karışıp kaynaştığı, farklı dillerin ve dinlerin yankılandığı bir eşik Mardin. Bu çok kültürlü hali şehri böylesine çekici kılan unsurların başında geliyor. Burada hemen herkes Türkçe, Arapça ve Kürtçe konuşabiliyor. Hatta bazen Süryanice, Ermenice ve Rumca da duyabiliyorsunuz.
Bugün Mardin’i ziyaret edenler, buranın bir inanç ve hoşgörü şehri olduğu konusunda hemfikir.
Mardin kenti, temel yapım malzemesi olarak kolay işlenebilen sarı kalker taşının kullanıldığı, çeşitli motiflerle bezenmiş geleneksel evleriyle de ünlüdür. Bölgedeki çok sayıda ocaktan çıkarılan sarı kalker taşı, yapı üretimine egemen olmuş; kapı, pencere, asma kat gibi zorunlu kullanımların dışında ahşap işçiliğine yer verilmemiştir.
Evleri, 4 m. yüksekliğe ulaşan duvarları çevirir ve sokaktan ayırır. Bu duvarlarla sert iklime karşı korunma sağlanır. Yazlık denilen iç avlu veya bahçede, eskiden ahır olarak kullanılan, günümüzde ise depo işlevi gören mekanlar yer alır. Eyvan, yazın yaşamın geçtiği bölümdür. Mimaride önemli bir yere sahip olan eyvan ve revak gibi yarı açık kısımlar, özellikle batı güneşine karşı gölgede kalacak biçimde yapılmıştır. Mardin evlerinin en önemli özelliği taş işçiliğidir. Kapı ve pencereleri, sütuncuklar, kemerler ve değişik motiflerle süslenmiştir.

Özgürlük Heykelinin Hikayesi

93 metre yüksekliğindeki Özgürlük Anıtı ilk olarak 1860’larda, ilk olarak Osmanlı İmparatorluğu yönetimindeki Mısır'ın Hıdiv'i Said Paşa'nın Süveyş Kanalı inşası için imzaladığı antlaşmanın gereği olarak Süvey
ş Kanalı'ndaki Port Said Limanı'nın girişine konulmak üzere planlanmıştır. Ancak dönemin Osmanlı Sultanı Abdülaziz tarafından peşinatı ödendiği halde dikilen heykelden ötürü yerel huzursuzluk çıkacağı endişesiyle, Kavalalı soyundan Hidiv İsmail Paşa planlanan yere inşasını istememiştir.
Fransız bir heykeltraş olan Frederic Auguste Bartholdi'ye ısmarlanan bu heykel, bakır ve çelikten yapılarak tamamlanmış, fakat daha sonra Mısır’a dikilmesinden vazgeçilmesiyle Paris’te bir depoya kaldırılmıştır. Tasarlanan bu ilk heykel Kızıldeniz ile Akdeniz’in birleştiği yere koyulacak firavunlar zamanının giysilerine bürünmüş bir kadın şeklindeymiş ve elinde 'Asya'nın ışığının Mısır'dan geldiğini' sembolize eden bir meşale tutuyormuş. Bu olaydan 20 yıl sonra 1885’te Fransa hükümeti ABD ile olan iyi ilişkilerinin bir göstergesi olarak büyük bir heykel yaptırmak istediğinde yine aynı heykeltraşın kapısı çalınmış. Hazır durumda olan heykel depodan çıkarılmış, heykeltraş Bartholdi ve Gustave Eiffel (Eyfel kulesinin mühendisi) birlikte çalışarak bazı değişikliklerle heykeli yenilemişlerdir ve heykel New York sahilinde Liberty Adasına yerleştirilmiştir.
Özgürlük Heykeli, ABD'nin New York şehrindeki Liberty (Özgürlük) adası üzerinde, inşa edildiği 1886 yılından bu yana Amerika'nın simgesi olan anıtsal heykeli ve gözlem kulesidir. Dünyanın en tanınan abidelerinden biridir.
Bakırdan yapılan Özgürlük Heykeli, Fransa tarafından kuruluşunun 100. yılı nedeniyle ABD'ye hediye edilmiştir,1884-1886 yılları arasında inşa edilmiştir.ABD'nin New York şehrindeki Özgürlük Adası'nda yer alır.
Heykel, sağ elinde bir meşale, sol elinde ise bir tablet tutar. Tabletin üstünde 4 Temmuz 1776 tarihi (Bağımsızlık Bildirgesi'nin tarihi) yazılıdır. Heykelin başındaki taç'ın 7 sivri ucu 7 kıtayı veya 7 denizi simgeler. Heykelin yüksekliği 46 m, kaidesi ile beraber 93 m'dir. Ziyaretçiler heykelin içinden meşaleye kadar 168 basamaklı bir merdivenden çıkabilirler. Heykelin meşale tutan sağ elinin yüksekliği 13 metredir. Meşalenin etrafındaki dehlizde 15 kişi bir arada dolaşabilir. Heykelin başının genişliği 2 metre, yüksekliği ise tacı ile birlikte 5 metredir.

Matrakçı Nasuh Kimdir?

Kanunî Sultan Süleyman döneminde Osmanlı İmparatorluğu, Avrupa ailesinin bir üyesi olmuştu artık. İşte o parlak dönemde bir Türk minyatür sanatçısı çıktı ortaya ve eserlerinde Doğu ile Batı’n
ın buluşmasını sağladı. Adı, Matrakçı Nasûh’du...
Bir gerçek var ki, o da Matrakçı Nasûh’un Rönesans İtalyası’nın seçkin evrensel aydınları gibi çok yönlü biri olduğu. Tarihçi, matematikçi, hattat ve ressam olmasının yanı sıra, aynı zamanda bir silahşör ve sporcuydu. “Matrakçı” dendi ona, çünkü o, matrak oyununu bulan kişiydi... Yani tahta, kılıç ve kalkan yerine, yuvarlak yastık kullanılarak yapılan, zarif dans adımlarıyla bir tür eskrim karşılaşmasının... Nasûh bu oyunda öyle ustaydı ki, 1529’da Kanunî bir fermanla onun matrak oyununda tek ve eşsiz olduğunu belirtmişti.
MİNYATÜRLERLE KENT PLANLARI
Bizi burada asıl ilgilendiren, Nasûh’un topoğrafik minyatürleri. Matrakçı Nasûh’un eserlerinin kiminde kuş, tavşan gibi hayvanlar yer alsa da hiçbirinde insan yoktur. Kent minyatürlerinde çok usta olan sanatçı, eşsiz teknik ve yöntemiyle yepyeni bir tür yaratmıştır. O kadar ki, onun minyatürlerinde bir kentin binalarını tek tek görmek, çevresindeki doğa ve bitki örtüsünü incelemek mümkündür. Bunları bir plan gibi kuş bakışı yaparken, aynı zamanda bir resim gibi cepheden de göstermiştir.
Onun minyatürlü dört tarih kitabından en önemlisi, Kanunî Sultan Süleyman’ın 1534-35’teki 1. İran-Irak seferidir... Ordunun İstanbul’dan önce Bağdat’a, sonra Tebriz’e gidişi, dönüşte de Halep, Eskişehir üzerinden İstanbul’a varışı resmedildiği gibi, yolların üzerindeki tüm kentler de eserde yer almıştır. Bu eşsiz eserin tek nüshası, şimdi İstanbul Üniversitesi Kitaplığı’nda bulunuyor.
BAŞTAN BAŞA İSTANBUL
Nasûh’un iki sayfa üzerine yaptığı İstanbul minyatürü ise başlı başına bir şaheser... İstanbul, Galata ve Üsküdar’ın küçük bir bölümü olmak üzere üç kesimde gösterilen şehrin bina, bahçe, meydan, külliye ve sarayları yer alıyor minyatürde. En önemlisi, günümüze kalmayan yer ve binalarla ilgili bilgileri, burada ayrıntılı olarak bulabiliyor olmamız. Örneğin Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’da yaptırdığı ilk saraydan günümüze tek bir iz yok. Oysa Nasûh’un minyatüründe, bugün İstanbul Üniversitesi’nin merkez binasının olduğu yerde bulunan Eski Saray’ı ayrıntılarıyla görebiliyoruz.
Matrakçı Nasûh’un ikinci minyatürlü kitabı ise Sultan Bayezid Tarihi... İçinde 10 minyatür bulunuyor. Kili, Akkerman, İnebahtı, Modon ve Gülek kale ve kentleri ile Osmanlı donanmasının minyatürleri yer alıyor.

İstanbul Tarihi ve Gelişimi

Byzantion İstanbul’un bilinen ilk adıdır. M.Ö. 667'de Antik Yunanistan'daki Megara kent devleti'nden gelen Dorlu Yunanlı yerleşimciler bugünkü İstanbul üzerinde bir koloni kurdu ve y
eni koloniye kralları Byzas veya Byzantas’ın şerefine Byzantion adını verdiler.
M.S. 337 yılında İmparator I. Konstantin'in ölümüyle kentin adı, onun şerefine "Konstantin’in kenti" anlamına gelen Konstantinopolis'e çevrildi. Konstantinopolis, Doğu Roma İmparatorluğu boyunca kentin resmi adı olarak kaldı. 1453 yılında Osmanlı Padişahı Fatih Sultan Mehmed önderliğinde Osmanlı İmparatorluğu tarafından fethinden sonra bile, Konstantinopolis, Batı'da kullanılan en yaygın ad olarak kaldı.
Kostantiniyye , Konstantinopolis'in Arapça şeklidir ve kentin İslam dünyasında bilinir hale gelen ve en çok kullanılan adı oldu. Yunanca'da "Konstantin’in kenti" anlamına gelen Konstantinopolis'in aksine, Kostantiniyye Arapça'da "Konstantin’in yeri" anlamına geliyor.
1453 yılında fetihten sonra, kent Osmanlı İmparatorluğu'nun dördüncü başkenti ilan edilidi ve Kostantiniyye Osmanlı devleti tarafından kentin resmi adı olarak kullanıldı ve 1923 yılında Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşüne kadar, çoğu zaman bu ad kullanımda kaldı. Örneğin Osmanlı devleti ve mahkemeleri, Kostantiniyye'de yayımlanan resmi belgelerin kaynağını belirtmek için, "be-Makam-ı Darü's-Saltanat-ı Kostantiniyyetü'l-Mahrusâtü'l-Mahmiyye" gibi başlıklar kullanılırdı.
İstanbul adı, 10. yüzyıldan beri Arap kaynaklarında ve 11. yüzyıldan beri Türk kaynaklarında geçmektedir. Ayrıca İstanbul adı, 1453 fethinden önce bile Türkçe’de özellikle Türk halkı arasında kent için kullanılırdı. İstanbul, Osmanlı döneminde resmi ad olmasa da, resmi belgelere girdi ve sıkça kullanıldı.
Ancak, 28 Mart 1930 yılında Türk Posta Hizmet Kanunu ile kentin adı resmen değiştirilerek İstanbul adını almıştır. Konstantinopolis (ve Konstantiniyye) adı ise tamamen yürürlükten kaldırılmıştır. Ayrıca Türk makamları yabancılardan kendi dillerinde kentin tek adı olarak resmen İstanbul adını kullanılmasını talep etmiştir ve uygulamaya koymuştur. Cumhuriyet dönemiyle birlikte İstanbul kentin resmi ve uluslararası adı ilan edildikten sonra "Konstantinopolis" adının mektuplarda veya diğer yazışmalarda ve uluslararası alanlarda kullanılması yasaklandı. Örneğin yurtdışından İstanbul'a gönderilen mektuplarda adres olarak "Konstantinopolis" (yanında İstanbul yazsa bile) yazıldıysa bu mektuplar geri gönderilmeye başlandı.

Kızıl Deniz’in İncisi: Şarm El Şeyh

Sina Yarımadası’nın sakin, küçük balıkçı kasabaları zaman içinde Kızıl Deniz Rivierası denilen bölgenin en gözde, beş yıldızlı tatil merkezlerine dönüştü. Kent, güneydeki orijinal Şarm el Şeyh Köyü’nden 
mercan resifleri, ılık mavi sular ve fonda görkemli Sina sıradağları boyunca dantel gibi işlenmiş kıyı şeridini takip ederek kuzeyde Nabq bölgesine kadar uzanıyor. Şarm el Şeyh geliştikçe burada yapılabilecek alternatif etkinlikler de arttı. Bugün kentte tarih turlarından ekstrem sporlara, şık akşam yemeklerinden Bedevi sofralarına kadar çok geniş çeşitlilikte spor ve eğlence olanakları mevcut.
Yılın dört mevsimi güneş gören Şarm el Şeyh’te; el değmemiş kumsallarda dinlenmek, çeşitli tekne turlarından birinde gezinmek, sizi hemen yanı başınızdaki çölün derinliklerine çeken eğlenceli etkinliklere katılmak mümkün. Sina Yarımadası ve özellikle de Şarm el Şeyh, dünyanın en gözde 10 dalış merkezinden biri. Bu bölgede en gözde spor SCUBA yani tüplü dalış. Kızıl Deniz’deki batıklardan belki de en ünlüsü, İkinci Dünya Savaşı sırasında 5 – 6 Ekim 1941 gecesi güvenli Sha’ab Ali limanının hemen açığında batan SS Thistlegorm adlı ikmal gemisi.

Lezzetin Mütevazı Adresi : ESNAF MUTFAĞI

Ülkemizde yüzlerce yıllık köklü geçmişi olan esnaf lokantası lezzetleri, hem halkımızın hem de ülkemizi ziyaret eden turistlerin ilgisini giderek daha fazla çekiyor.
Fazla gösterişli olmayan mekân
larda pişen günlük tencere yemeklerinden oluşan esnaf lokantalarının mönüleri, mevsimsel ürünlerle yapılan halk yemeklerinden oluşur. Esnaf ve halk yemekleri mutfağı bu mevsimselliği nedeniyle önemli gastronomik değerler barındıran bir zenginlik olarak karşımıza çıkıyor. Bulunduğu yerin etrafındaki işyerlerinde çalışan kitlenin, dükkân sahibi esnafın ağırlıklı olarak öğle yemeklerinde gittikleri bu mekânlarda tazelik ve fiyat uygunluğu esastır. Esnaf lokantasında daimi müşteriyi elde tutmak için yemekler her zaman taze ve ekonomik olmak durumundadır. Bu nedenle menüleri, mevsiminde bol ve hesaplı bulunan sebzeler oluşturur. Bu da aslında günümüzün sağlıklı beslenme değerine doğal olarak denk düşen bir beslenme alışkanlığını ortaya çıkarır.

Dünyanın En Büyük Buz Oteli: Ice Hotel

Her yıl yeniden inşa edilen bir otel hayal edin. Her defasında yeni bir tasarım, yeni odalar, kısacası yepyeni bir otel. Eğer ilginizi çektiyse, bu otelin neden yapıldığını da öğrenmek isteyebilirsiniz: Sadece ve sadece buz. Dünyanın en büyük buz oteli Ice Hotel, İsveç'in Kiruna kenti yakınlarındaki Jukkasjarvi kasabasında 1997'den bu yana her yıl ekimde yeniden ve farklı bir mimariyle inşa ediliyor. Yüze yakın işçi, buz mühendisi ve buz heykel sanatçısı çalışıyor yapım sırasında. Bu yıl 3500 metrekarelik alan üzerinde hizmete giren otel için 10 bin ton buz ve 30 bin ton kar kullanılmış. Mayıs ayına doğru da erimeye başlıyor.
Tamamen sıkıştırılmış kar ve buzdan oluşan otelin odalarında özenle hazırlanmış buz heykelcikler ve buz mobilyalar yer alıyor. Yataktan sandalyeye, bardaktan avizeye kadar, görebileceğiniz her şey buzdan.

All-Star'a seçilen tek Türk : MEHMET OKUR

NBA'de şampiyonluk yaşayan ve All-Star'a seçilen tek Türk : MEHMET OKUR

NBA şampiyonluk yüzüğünü parmağına takan ve NBA All-Star maçına çağrılan tek Türk basketbolcu olan Mehmet Okur, ulusal ve uluslararası anlamda birçok başarıya imza attı.
Mehmet Okur, NBA takımı Detroit Pistons tarafından 38. sıradan draft edildi ve 2002-2003 sezonunda bu takımla sözleşme imzaladı. İlk yılında Mehmet Okur, ''çaylak'' sezonunu geçirmesine rağmen 72 maçta görev yaptı ve maç başına 6.9 sayı, 4.7 ribaunt, 1 asist üretti. Eski basketbolcu o sezon takımıyla Doğu Konferansı Finalleri'nde mücadele etti.
NBA'de oynadığı dönemde sırtında ''Memo'' yazan ve bu lakapla anılan eski milli oyuncu, bir basketbolcu için en önemli başarılardan biri olan, NBA şampiyonluğunu 2003-2004 sezonunda kazandı. İkinci sezonunda takımın en önemli oyuncularından biri olan ve sezonu 9.6 sayı, 5.9 ribaunt ile 1 asist istatistikleriyle bitiren Okur, o sezon Detroit Pistons'un NBA şampiyonu olmasına katkı sağladı.
Detroit Pistons'ta yaşadığı şampiyonluğun ardından, o sezon kontratı biten Mehmet takımıyla sözleşme yenilemedi ve Utah Jazz'a transfer oldu.
Jazz'a 2004-2005 sezonu başında 50 milyon dolar bedelle 6 yıllık sözleşme imza atan Okur, ilk sezonunda 12.9 sayı, 7.5 ribaunt ortalamalarıyla oynamasına rağmen, takımı play-off'lara kalamadı.
Utah Jazz'la ikinci sezonunda maç başına 18 sayı, 9.1 ribaunt ve 2.4 asist ortalamasıyla oynayan Okur, bir sonraki yıl ise 5. sezonunu yaşadığı NBA'de büyük bir başarıya imza attı. 2007 yılında NBA'in en iyi oyuncularının çağrıldığı ''NBA All-Star'' maçı için Okur, sakatlığı nedeniyle kadrodan çıkartılan Allen Iverson'un yerine Batı Karması'na çağrıldı. NBA tarihinde All-Star maçına çıkan ilk Türk sporcu olarak da tarihe geçen ''Memo'', Las Vegas'taki Thomas Mack Arena'da 18 Şubat 2007'de yapılan All-Star'da 14 dakika 43 saniye sahada kalarak 4 sayı attı, 2 ribaunt aldı ve 1 de asist yaptı.
Sakatlıklarından dolayı kariyerinin son yıllarında istenilen performansı gösteremeyen ''Memo'', aktif basketbolculuk hayatını noktaladığını açıkladı.

Teyyareci Mithat Bey

Tayyareci Mithat Bey, Türk Havacılık Teşkilatı’nın ilk pilotları arasında yer almış, dönemin ahşap tayyarelerinde cepheden cepheye uçarak savaşmış eski bir ‘şahin'.
Tayyareci Mithat Bey, ilk havacılarımız arasında yeralan ama artık adı unutulmuş kahramanlardan birisi. Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde yapılanmaya başlayan Türk Havacılık Teşkilatı’nın ilk pilotları arasında yer almış, dönemin bez kaplı ahşap tayyarelerinde cepheden cepheye uçarak büyük yararlılıklar göstermiş, Almanya’da havacılık tarihinin efsanevi isimlerinden ‘Kızıl Baron’ lâkaplı pilot Freiherr Mansfred Von Richthofen’in eskadronunda uçmuş bir havacı. Kıbrıs semaları üzerinde uçan ilk Türk pilotu, Milli Mücadele yıllarında genç pilotlar yetiştiren bir eğitimci ve Türkçe olarak yayımlanan ilk uçuş kitabının yazarı.
Tayyareci Mithat Bey, Birinci Dünya Savaşı sonrası İstanbul’a döndüğünde, Ayastefanos (Yeşilköy) Tayyare Mektebi’nde eğitmen olarak görev aldı. Burada, sonradan Kurtuluş Savaşı sırasında büyük yararlılıklar gösterecek gözü pek, başarılı genç pilotlar yetiştirdi.

Paris'e 3 Trambolinli Şişme Köprü

Mimarlık şirketi AZC, Fransa'nın başkenti Paris'e şişme köprü inşa edecek. Köprü, 3 farklı trambolinin birbirine bağlanması ile kurulacak. 
Şehir hayatına eğlence katmak için tasarlanan köprüde zıplayanlar, Paris'i farklı açılardan görebilecek. Paris'i ikiye bölen Seine Nehri'nin üzerine kurulacak köprünün üzerindeki trambolinlerin çapı ise 30 metre uzunluğunda olacak.

Fatih Camii Hakkında Bilinmeyenler

Fatih Camii Tarihi Yarımada’nın siluetine İslam Medeniyeti’nin vurulmuş ilk mührüdür. O, ‘Müjdelenmiş Şehrin İlk Selâtin Camisi’dir. Eyüp Sultan’la Osmanlı Padişahlarını yücelten makamdır.
O, Yüce Peygamberimizin övgüsüne mazhar olmuş Büyük Komutan’ın mabedidir. Tarihi Yarımada’nın ilk İslami siluetidir. Mektep, kütüphane, 8 tali, 8 âli medrese, imaret, kervansaray, tabhane, darüşşifa, hamam, cami etrafında kümelenen yeni şehri ve yeni medeniyeti kuran merkezdir. Türk Üniversitesi örneğidir. Bilime, sanata, dine önem veren Fatih Sultan’ın yeni başkente hediyesidir. İnşaatına 1467’de başlanmış, 1470’de bitirilmiştir. Mimarı, mezar Kumrulu mescitte bulunan Sinanüddin Yusuf bin Abdullah’tır. 1766 yılındaki büyük depremde cami yıkılmış, II. Mustafa tarafından 1771 yılında Mimar Mehmet Tahir Ağa’ya bugünkü şekliyle yaptırılmıştır.

Türk Halıları Hakkında

Halı çok eski yüzyıllardan beri Türklerle birlikte anılan bir sanat dalı. Selçuklu Dönemi’nde Anadolu’da ne kadar değerli ve güzel halıların dokunduğunu belgelerden ve seyahatnamelerden öğreniyoruz. Aynı şekilde, Selçukluları izleyen Beylikler Dönemi’nde de halının Anadolu’nun önemli bir ihraç malı olduğu görülüyor. Osmanlılar ise, bu mirası devralarak, halı sanatını çok daha ileri noktalara taşıdı. Halı sanatının dünyadaki en zengin koleksiyonuna sahip Türk ve İslam Eserleri Müzesi’nde Anadolu Selçuklu ve Osmanlı döneminden günümüze kalan halı örnekleri sergileniyor.

Halının temel maddesi olan yünün el altında bulunması, dokuma yapılan yatay ve dikey tezgâhların kolayca kurulup sökülebilirliği, ürünün katlanıp taşınabilir oluşu ve yaşamın her safhasında bir işlev yüklenebilmesi, halı sanatının kaynağını göçebe kavimlere sıkı sıkıya bağlar. İç Asya'dan Batı'ya yönelen büyük göç dalgaları içinde Türk kavimleri en önemli rolü oynayarak halı sanatını Batı'ya taşımışlardı.

Osmanlı halılarının çok sayıda ihraç edildikleri bilinmekle birlikte, fiyatlarının yüksek olmasından ötürü, Batı’da ancak saray ve çevresi ile yeni zenginleşmeye başlayan tüccar sınıfınca satın alındıkları biliniyor.

İstanbul'un Gerçek Simgesi : Erguvan

Her ülkenin ve her kentin bir rengi, bir çiçeği, bir kokusu vardır. İstanbul’un da ağacı ‘erguvan’, çiçeği ‘erguvan çiçeği’, rengi ise ‘erguvan rengi’dir. Erguvan, tarihin her döneminde İstanbul’un simg
esi olmuştur.
Gerek Roma, gerek Bizans ve gerekse erken Osmanlı Devleti döneminde erguvan çiçeği ve rengi devletin ve yönetici sınıfının rengidir. Lale ise Osmanlı Devleti’ni simgeleyen çiçek olarak bilinse de sadece bir devrin simgesidir. Nitekim, erguvan renginin İngilizce adı ‘kraliyet moru’ anlamına ‘royal purple’, ‘imperial purple’ ve ‘Triyan purple’dür.
Kentin erguvan zamanında kurulduğu da rivayetler arasındadır. Baharın müjdeleyicisi erguvan çiçekleri mayıs ayında görünüp, ani kayboluşu ile utangaç süsüdür bu kentin.
Bizans’ın kuruluşu olan ‘11 Mayıs’ İstanbul’da erguvan çiçeğinin açılış tarihi sayılırdı. İstanbul’un fethi de (29 Mayıs 1453) erguvan zamanında olmuştur. Latince adı ‘cercis siliquastrum’ olan akdeniz tipli erguvan ağacı, Osmanlı'da baston yapımında da kullanılmıştı. Osmanlı mutfağında salatalar, erguvan çiçeği katılarak yapılırdı. Şamanlar ise hastalıkları kovmak için erguvan kabuklarını kaynatıp içmişlerdi.

Buyrun Cenaze Namazına...

IV. Murat zaman zaman kıyafet değiştirerek halkın içine karışır, toplumu izlerdi. Yine bir gece, kıyafet değiştirerek eğlence yerlerini denetlemeye çıkmıştı. Gittiği yer iki bölümlü bir kahvehane idi. Özel kişilere ayrılan bölümünde (meyhane) tütün ve şarap içiliyordu. Müşterileri de özeldi. Bu yerin kapısında gelen müşterileri karşılayan biri bulunur ve müşterilerini, daimi oldukları için tanırdı. Bu sefer geleni tanıyamamıştı: IV. Murat’a “Efendim adınızı söyler misiniz?” dedi. Padişah,

-Murat diye cevap verdi. İsmi duyan görevli endişelendi. Acaba bu yabancı IV. Murat mıydı? Murat’tan 2-3 dakika beklemesini rica edip, içeriye girdi. Durumu patronuna anlattı. İşletme sahibi IV. Murat’ın kılık değiştirip mekân denetlediğini, suç işleyenleri de hemen olay yerinde infaz ettiğini biliyordu. Bunları bilen kahvehane sahibi bölüm dışına çıkıp Sultan Murat’a sordu:

-Affedersiniz ismi alinizin Murat olduğunu buyurdunuz. Acaba yanında “Sultan” kelimesi de var mı?

-Evet, var dedi IV. Murat

Kahveci ölümün soğuk sesini duydu ve kekeleyerek,

-O zaman buyurunuz cenaze namazına! dedi.

Endülüs Medeniyeti Nasıl Yok Edildi ?

Endülüs İslam Medeniyeti’nin çöküşü, Hıristiyan Avrupa’nın kıyamete kadar silinmeyecek olan bir yüz karasıdır. Zira, bu çöküş, sadece bir vatanın işgali değildir. Avrupa’daki orta çağ karanlığına ışık tutmuş bir milletin bütün değerleriyle birlikte toptan imhasıdır. İlim ve irfan yuvası Endülüs tamamen yakılıp yıkılmış; medreselerinden, mekteplerinden, kütüphanelerindeki en küçük eserlerine kadar, geriye bir iz bırakmamasıya vahşice tarumar edilmiştir. Sekiz asır Avrupa’ya medeniyet muallimliği yapmış büyük bir millet, şanlı bir medeniyet, bir daha yeşermemesiye yok edilmiştir.
Kastilya kralı Ferdinand, 1235’te Kurtuba’yı istila ettiğinde, o zaman için dünyanın en büyük şehri olan 1 milyon nüfuslu bu şehri yağmada hiçbir ölçü tanımamış, can ve mal emniyeti va’detmesine rağmen, sözünde durmayıp camileri, mekteb ve medreseleri yıktırmıştır.
(Endülüs Emevilerinin başkenti Kurtuba'da 600 cami vardır. Bu camilerin en anıtsal ve ihtişamlısı Kurtuba Camii'dir. Kurtuba Camii, 1523'te katedrale çevrilmiştir ve çeşitli ilaveler yapılmıştır. Fakat bu arada orta kısımlardan 63 adet çok güzel sütun kaldırılmıştır.)

Bayrağımız Hakkında

Osmanlı İmparatorluğu'ndan önceki Anadolu Türk devletlerinde kullanılan bayrak renk ve sembolleri hakkında yeterli bir bilgi yoktur. Türk Bayrağı'nı ilk olarak Anadolu Selçuklu hükümdarı Gıyaseddin Mesud tarafından Osma
n Bey'e gönderilen beyaz renkli sancak olarak görürüz.
15. yüzyıldan sonra al bayrak, Yavuz Sultan Selim dönemindeki Çaldıran Savaşı'nda ise yeşil bayrak kullanılmaya başlanmıştır. Türk Bayrağı'na en yakın şekle ise III. Selim döneminde rastlanır. Bu bayrakta hilal ile birlikte sekiz köşeli yıldız kullanılmıştır. 1842 yılında Abdülmecit döneminde yıldız beş köşeli haliyle kullanılmaya başlanmıştır.
Saltanatın kaldırılması üzerine 29 Mayıs 1936 tarihinde bayrağın şekli kesin bir şekilde tayin edilmiştir. 28 Temmuz 1937 tarihli, 27175 sayılı Türk Bayrağı Nizamnamesi Kararnamesi ile de Türk Bayrağı'nın kullanılışı düzenlenmiştir.
Kanuna göre, Türk Bayrağı, yırtık, sökük, yamalı, delik, kirli, soluk, buruşuk veya layık olduğu manevi değeri zedeleyecek herhangi bir şekilde kullanılamaz. Resmi yemin törenleri dışında her ne maksatla olursa olsun, masalara kürsülere, örtü olarak serilemez. Oturulan veya ayakla basılan yerlere konulamaz. Bu yerlere ve benzeri eşyaya Bayrağın şekli yapılamaz.

Dubai Şehri Hakkında Bilmedikleriniz

1960'larda yalnızca balıkçı kenti olan Dubai, 1990'lar sonrası uygulanan politikalar sonucunda ve Hong Kong'un Çin'e devredilmesi ile bölgenin ticaret başkenti olma yolunda ilerleyen 2000'li yıllar ile de büyük projeler ile dünyaya a
dını duyuran şehir şu an bölgenin en önemli ticaret ve turizm başkentidir.

Birleşik Arap Emirlikleri'nin en büyük emirliği ve en lüks, en çağdaş olanıdır. Son 20 yılda bu topraklardan petrol çıkarılmaya başlamasıyla Dubai'nin yapısı değişmeye başladı. Buna karşılık gelirin %8'ini petrol oluşturur, bunda bölgenin finans ve iktisat merkezi olması büyük rol oynar. Gümrüksüz devasa alışveriş merkezleri burayı kısa zamanda alışveriş cenneti yapmıştır.

Dom Dom Kurşunu Ne Anlama Gelmektedir?

Kendi memleketinde 4 defa evi yakılan ama inat edip her seferinde evini yeniden yaparak memleketini terketmeyen rahmetli Aşık Mahsuni Şerif yıllar önce bir kahvede almış sazı eline türkülerini söylüyor.

Çevresindeki arkadaşları hem hüzünleniyor hemde eğleniyorlar. Bizim toplumda eğlencelerin bile bir hüzünlü yanı vardır. Bu eğlence Mahsuni babayı öldürmek için kahveyi silahlarla
tarayanların kurşun sesleriyle son buluyor. Kendisine sıkılan domuz kurşunlarından biri arkadaşının tam alının ortasına, iki kaşının arasına isabet ederek ölümüne neden oluyor.

İşte aşık bu acı olay üzerine 'Dom dom kurşunu' bestesini yapıyor.'Hançer yarası değil domdom kurşunu değdi' sözü de Hz.Hasan'ın alnına vurulan hançerle öldürülmesine göndermedir.Düğünlerde oyun havası şeklinde söylendiği için bu ağıdın anlamı ve sözleri gidiyor, hareketliliği kalıyor.

5 Manevi Mirasımızı Öğrenin

Unesco, geleneksel değerleri koruma altına alıyor. işte Türkiye’nin beş manevi kültürel mirası.

1) Keşkek
Genellikle dev kazanlarda aile üyelerinin müşterek katılımıyla yapılıp; şenlik havasında tüketilen keşkek, Türkiye’ni
n her yerinde seviliyor ve lezzet sırları asırlar boyu ustadan çırağa aktarılıyor. Buğday başta olmak üzere mısır ve barbunya fasulyesinden de yapılabilen keşkek, genellikle tereyağı ya da kemikli dana eti ile lezzetlendiriliyor.

2) Karagöz - Hacivat
Osmanlı’dan bu yana sürdürülen bir gölge oyunu geleneği olan Karagöz ile Hacivat, izleyicilerini eğlendirirken toplumsal bilinç oluşmasında da önemli rol oynuyor.

3) Kırkpınar
650 yıllık bir gelenek olan Kırkpınar Yağlı Güreşleri, her yıl haziran ayında Edirne’de yapılıyor. Müsabakalar süresinde Er Meydanı’nda mücadele eden pehlivanların en iyileri son gün yapılan finalde belirleniyor.

4) Âşıklık
Anadolu’ya özgü bir söz söyleme sanatı olan âşıklık, yüz yıllardır varlığını koruyor. Sazlı, sazsız ya da doğaçlama olarak geleneğe bağlı şiir söyleyenlere âşık, âşıkları yönlendiren kurallar bütününe ise âşıklık adı veriliyor.

5) Meddahlık
Canlandırma ve benzetme öğelerinden yararlanarak öykü anlatma sanatı olarak bilinen meddahlık, geleneksel Türk tiyatrosunun en önemli kollarından biri.

Saman Altından Su Yürütmek Deyiminin Hikayesi

Vaktiyle bir ova köyünde, köylüler tarlalarını sulamak için ırmağın suyunu nöbetleşe kull­anmak üzere anlaşmışlar. Irmak boyunda bulunan tarlalar, açılan kanallar vasıtasıyla sıra ile sulanıyor, herkes ziraatiyle meşgul oluyormuş. Köyün açıkgözlerinden birisi, daha fazla su alabilmek için tarlasında derin ama ince bir kanal kazıp ırmaktan su çalmayı aklına koymuş. Kanalı gizleme maksadıyla da üzerini çalı çırpı ve taşlarla örtüp araziye uydurmuş. En üste de saman yığınları koymuş ki kimse kanaldan şüphe etmesin.

Bir müddet sonra, ırmağın daha aşağılarındaki tarlalara giden suyun azalması üzerine köylüler, durumu araştırmaya karar vermişler. Ne çare ki arayıp taramaları sonuçsuz kalmış. Daha yukarılarda çok akan suyun, belirli bir noktadan sonra birdenbire azalmas­ ına bir türlü anlam verememişler. Nihayet tarlaları dolaşıp bakmaya başlamışlar. Kaçak su alan köylünün tarlasına geldiklerinde, bostan havuzunun daima su ile dolu durduğu dikkatlerini çekmiş. Üstelik, havuzun üzerinde saman kırıntıları yüzmekteymiş. Bu suya bu samanlar nereden geliyor diye araştırınca, saman yığınlarına ulaşmışlar ve hileyi anlayıp samanları eşeleyince kanalı bulmuşlar. Bunun üzerine, köyün ihtiyar heyeti toplanmış ve köylüyü falakaya yatırmışlar.

Değneği vururken diyorlarmış ki:

— Saman altından su yürütürsün ha! Al bakalım hak ettiğin cezayı!..

(İSKENDER PALA - İKİ DİRHEM BİR ÇEKİRDEK KİTABINDAN)

Bir Kulüpten Daha Fazlası : FC BARCELONA

Més que un club, yani "bir kulüpten daha fazlası". Böyle yazıyor Barcelona'nın Nou Camp Stadyumu tribünlerinde.

Katalonya sokaklarının duvarlarında en sık rastlanan "Katalonya İspanya değildir!" sl
oganının özellikle El Clasico'larda Nou Camp'ın tribünlerinden hiç eksik olmaması da aynı sebeptendir: Barça ve özellikle Real Madrid - Barcelona rekabeti Katalanlar için futbolun çok ötesinde anlamlar taşır.

İspanya iç savaşında temelleri atılmış, ikinci dünya savaşının ardından pekişmiş, Franco rejimiyle doruğa ulaşmış ve tansiyonu hiç düşmeyen bir rekabetten söz ediyoruz.

Franco'nun takımı, Kralın takımı olarak görülen Real Madrid gücü simgelerken, Barcelona muhalefet ve başkaldırının simgesi oldu hep.

İspanya iç savaşı yıllarında Barcelona Başkanı Josep Sunyol'un General Franco'nun askerleri tarafından öldürülmesi, Real - Barça çekişmesinin ilk siyasi kıvılcımlarından biri oldu.

Franko diktatörlüğü boyunca 14 İspanya Ligi şampiyonluğu kazanan Real Madrid altın yıllarını yaşarken, Barcelona 13 yıl üst üste Lig Kupasından uzak kaldı.

1943'te Real Madrid’in 11-1 kazandığı ve Katalanların şike sebebiyle yarıda bırakmak istedikleri tarihi maça General Franco'nun müdahil olması, Real Madrid'e "Franco'nun takımı" yakıştırmasını getiren önemli olayların başında gelir.

Zira Katalonya'da muhalif olmanın, Franco ve kral karşıtı olmanın futboldaki yansımasıdır Barcelona'ya üye olmak, kulüpte spor yapmak ya da Barça'yı tutmak.

Son 10 yılda dünya futbolunu altüst eden Barcelona ve İspanya milli takımının temelini oluşturan Xavi Hernandez, Carles Puyol, Victor Valdes, Gerard Piqe, Sergio Busqeus ve Cecs Fabregas gibi yıldızlar hem Katalan kökenli ve hem de dünyaca ünlü La Masya altyapısının ürünlerinden bazıları.

1950 ve 60'lı yıllarda dünyanın en büyük yıldızlarından olan Arjantinli Alfredo di Stefano'nun Barcelona ile anlaşmışken son anda Real Madrid'e gitmesiyle başlayan süreç, Barça'dan Madrid'e transfer olmanın affedilmez bir günah olmasına kadar gitmiştir.

Bunun en iyi örneklerinden biri Portekizli Luis Figo'nun Real'e transfer olmasıydı. Ezeli rakiplerine gitmesini asla affetmedikleri ve hain olarak gördükleri Luis Figo, Real formasıyla Nou Camp'a geldiği ilk maçta sahaya atılan kesik domuz kafası, Barçalıların nefretinin en keskin göstergesiydi.

2013 Türk Dünyası Kültür Başkenti: ESKİŞEHİR

Uluslararası Türk Kültürü Teşkilatı'ndan (TÜRKSOY) yapılan yazılı açıklamaya göre, yarın “2012 Türk Dünyası Kültür Başkenti” olan Astana'da kapanış töreni düzenlenecek. Barış ve Antlaşma Sarayı'
ndaki törende, kapanış konserinin yanı sıra “Türk Dünyası Kültür Başkenti” devir teslimi de yapılacak. Eskişehir, 2013 Türk Dünyası Kültür Başkenti olacak.

TÜRKSOY

Türk Dili Konuşan Ülkeler, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkiye ve Türkmenistan Kültür Bakanları 1992 yılında İstanbul ve Bakü’de toplanarak, kültürel iş birliği yapmayı kararlaştırmış ve 12 Temmuz 1993 tarihinde Almatı’da yaptıkları toplantıda: “TÜRKSOY Kuruluşu ve Faaliyet İlkeleri Hakkında Anlaşma’yı imzalamak suretiyle Türk Kültür ve Sanatları Ortak Yönetimi’ni (TÜRKSOY) kurmuşlardır. 

Her Lokması Mutluluk Olan Tatlılar

Ortadoğu ve Yakın Asya coğrafyalarında sosyal yaşamın vazgeçilmez unsurlarından olan tatlılar, 14. ve 15. yüzyıllardan itibaren yavaş yavaş Batı mutfaklarında da yerini almaya başladı. Ancak, tatlının çeşitl
iliği ve tüketilmesi bakımından Batı ve Doğu mutfağı arasında olağanüstü farklar bulunur. Batı mutfaklarında tatlı, yemeğin sonunda sunulur ve hafiftir. Oysa Doğu mutfaklarında günün her saatinde sunulan tatlı, yoğun baharlı, aromalı ve bol şurupludur.

BAKLAVANIN YERİ AYRI
Tatlının, Türk mutfağının demirbaşlarından biri olduğu bilinen bir gerçek. Örneğin ‘baklava’, Türklerin en önemli armağanıdır tatlı dünyasına. Yapımı asla reçete tarifi ile olmaz. Uzun dönemde kazanılan tecrübedir ona tat veren. Baklavanın icadı ile ilgili çeşitli görüşler olsa da, hiçbiri kesinlik kazanmış değil. Charles Perry’nin Ortadoğu mutfak tarihi araştırmalarından, ince hamur açma tekniğinin Orta Asya kökenli olduğunu öğreniyoruz.

TADI İNCELİĞİNDE SAKLI
Peki, ince açma hamur tekniğini insanoğluna keşfettiren neydi? Orta Asya’daki göçer Türkler, yaşam tarzlarından dolayı ocaklarını at sırtında taşımışlar. Atın sırtında taşınacak ocak, ancak sac ocağı olabilir. Ve sac ocağında pişirebileceğiniz çeşitler, mutlak suretle ince olmalı ki çabuk pişirilsin. İşte göçer hayatın beslenme şartlarından doğan ince hamur tekniği, zaman içinde baklavaya dönüşür. 

Otizm Olan Çocukları Anlamak

Bu videoda otizm olan bir çocuğun duygu ve düşünceleri 1.şahıs olarak anlatılmıştır onları daha iyi anlamanız için hazırlanmış bir videodur.




Facebook Hesabını Tamamen Silme

Öncelikle Facebook hesabımızı silmek için aşağıdaki bağlantıya tıklıyoruz.Sonra çıkan penceredeki işlemleri yaptıktan sonra hesabımız silinmiş oluyor.